Sosyal Medya

Makale

’Cumhuriyet’ adına ’fiilî sultan’lıkların asırlık tahakkümleri ve..

Önce bir teessüf..

 

Bazı kemalist-laiklerin ekranlardan en galiz küfürleri bile telaffuuz etmekten kaçınmadıkları bilindiÄŸi halde, o taifenin ahlâklı insanlar pozuna bürünüp, kendilerine ’müslüman’larca hakaretler yaÄŸdırıldığına dair yazılarıyla karşılaşırız, zaman zaman.. ÅŸimdilerde cismanî bedeni de ruhu gibi çökmüÅŸ olan bir kemalist-ilahiyatçı da katılmıştı, son günlerde..)  Ve bu çirkin sözlerin, kendilerini müslüman olarak niteleyen kimselerce yazıldığı bilhassa belirtilir.

Bazılarımız, ilk planda, ’Yok yahu, müslüman kimseler böyle ÅŸeyler söylemez..’ derler, bu gibi sözlerin söylenebileceÄŸini de kabul etmek gerekir.

Müslüman demek, elbette temiz, nezih insan olarak algılanmalıdır, hep..

Ama, o kadar temiz-nezih olamayan ve zâhirleriyle müslüman tipler oldukları imajını veren pek çok kimselerin, hem de toplumun ortasında, ağızlarını kanalizasyon gibi kullandıklarının yığınla örneklerini görmez miyiz, hergün.. Hattâ, birbirleriyle kavga eden ’çok bir müslüman’ görünümlü vya öyle bilinen kimselerin de, o kavgalarında ve etrafta, çocukların ve ailelerin olduklarını düÅŸünmeden, en galîz kelimelerle birlirilerine saldırdıklarına ÅŸahid olmuyor muyuz?

Son birkaç yıldır, bünyesinde, ortak aslî özellikleri, ’resmî ideoloji ikonu’na perestiÅŸ etmek olan bütün tipleri toplayarak yüksek tiraj elde ettiÄŸi söylenen bir gazetenin en gedikli kemalistlerinden birisi  E. Ç., evvelki günkü yazısında, bir ’imam’ın, kendisinin ölmüÅŸ anasına hakaret ettiÄŸine dair bir yazı yazmış.."Hop dedik imam efendi, kendine gel" baÅŸlığıyla.. Ä°mam olduÄŸu söylenen kiÅŸi, facebook’unda, E.Ç. için ’"Vay, ... çocuÄŸu vay." demiÅŸ, E. Ç’nin bizzat aktardığına göre..

Benim dikkatimi çekmemiÅŸti.. Birisi, telefonuna gelen mesajları okurken, sözkonusu kiÅŸi hakkında,’Dürüstlük taslıyor, (...)’  diyerek, bir çirkin lafı daha telaffuz ile, bu durumu yanındakine duyuruyordu,metroda.. Ve bunu baÅŸkaları da duyuyordu..

Sonra baktım.. Evet, öyle bir çirkinlik var..

Sözkonusu E. Ç.  ÅŸöyle diyordu: ’10 Kasım Salı günü burada çıkan “Atatürk’ün Hedef Gösteren Mektubu” baÅŸlıklı yazımı benim büyük boy fotoÄŸrafımla birlikte sitesine aynen koymuÅŸ.

Ä°mam efendi hiç çekinmeden, hiç utanmadan ÅŸu ifadeyi kullanıyor:

“Bu yazıyı okuduktan sonra aynen ÅŸöyle dedim.

Vay .... çocuÄŸu vay. 

Senin Bizans artığı bir pislik olduÄŸunu zaten biliyorduk dedim.”

Ve yine hiç utanmadan, korkmadan ve çekinmeden benim ölmüÅŸ anama “......” diyebiliyor." (Buradaki noktalı kısımları E. Ç. aynen yazmışsa da, bu çirkinlikleri tekrarlamamak için, noktalamayla geçiyoruz..)

*

Bilmiyorum, E.Ç. o kiÅŸinin imam olduÄŸunu nereden keÅŸfetmiÅŸ.. Gerçekten de imam mı, yoksa kendisini imam olarak gösteren birisi mi?

Ama, böyle kimselerin asla olmadığı gibi bir iddiayla deÄŸil, olmaması gerektiÄŸi gibi bir hatırlatma ve temenniyle..

*

Daha da önemlisi, o kiÅŸi, hakarete mâruz kaldığını söyleyen kiÅŸi, bu çirkinliÄŸi, bir müslümana yakıştıramadığını söylüyor.. O halde, onun bir müslümana yakıştıramadığı bir çirkinliÄŸi,’müslüman’ olduklarını söyleyenler kendilerine nasıl yakıştıracaklardır ya da yakıştırmaktalar mıdır? 

*

Evet, burada asıl sorulması gereken bu..

Burada, ’O küfredilenler sanki çok mu temizler?’ gibi bir soru, savunma cümlesi olarak akla gelmemelidir..

Bir çirkinlik karşısında, evet kızgınlık gösterebiliriz, ama, o çirkinliÄŸe, ’stress atmak, rahatlamak adına’ bir baÅŸka çirkinlikle mukabelede bulunmak, o çirkinliÄŸi katmerleÅŸtirmekten baÅŸka nedir ki?

Ayrıca belirtelim ki, kendileri gibi düÅŸünmediÄŸimiz bazı kimseler, görüÅŸlerimizi açıkladığımızda çaresiz kalanlar, bize de hakaret cümleleriyle saldırabilmekteler.. Böyle bir uslûb, onların sadece çaresizliklerini seciyelerinin ne kadar seviyesiz olduÄŸunu da gösterir; kem söz sahibine aiddir, deyimi gereÄŸince, kötü söz ancak, sahibini alçaltır. Bu gibi küfürlü sözleri kiÅŸi kendisine yakıştırabiliyorsa, bu ,onların kendi bilecekleri iÅŸtir. Ama, ben müslümanım diyen kiÅŸinin küfürlü sözler etmek hakkının olduÄŸu kabul edilemez.

Ayrıca, bize karşı olanlardan, nezih ve temiz bir uslûb bekleyemiyeceÄŸimiz gibi, Kur’an-ı Mubîn’de beyan olunduÄŸu üzere, Fir’avna karşı bile mülayemetle konuÅŸması için, Hz. Mûsâ’ya verilen emr-i ilahîyi nasıl hatırlamazlıktan gelebiliriz?

Kaldı ki, bu gibi durumlarda, bir müslüman , bir çirkinlik sergilediÄŸinde, bu durum, onun ÅŸahsî zaafı olarak deÄŸerlendirilmez ve derhal, onun müslümanlık sıfatına bir leke olarak vurulmaya çalışılır.

Bu durumda, ’Elbette, bir yanlış veya çirkinliÄŸi bir müslüman da yapabilir, bizim inancımızla ne ilgisi var?’ diyemeyiz..  Çünkü, ’Ben müslümanım’  diyen her bir ÅŸuûrlu kiÅŸi, yaptığı her yanlışlık ve çirkinliÄŸin, kendi ÅŸahsına deÄŸil, inancına yapıştırılacağını asla unutmamak zorundadır.

*

Ayrıca, kendisine  ve ölmüÅŸ anasına hakaret edildiÄŸinden yakınan kiÅŸiye de hatırlatalım ki, çirkinliklerin anlatılması için bile olsa, tekrarlanması da caiz deÄŸildir.

Hattâ, günahlarından, çirkinliklerinden tevbe eden kiÅŸinin, tevbe etmesi esnasında veya sonrasında, ’Ben ÅŸu günahları, çirkinlikleri ÅŸöyle ÅŸöyle yaptım..’ diye güya itiraf ediyor olması da çirkin ve günah görülmüÅŸtür.

Bu inceliÄŸi bilmeyenler, bununla neyin hedeflendiÄŸini anlayamazlar.

*

Burada yeri gelmiÅŸken, 19. yüzyıl’ın ünlü rus yazarı Anton Çehov’un bir manastır hikayesini hatırlayabiliriz..

Bir manastırda, birkaç rahib adayı  öÄŸrenci kaybolur, daÄŸ başında..

Etrafta, derelerde, ormanlarda aranırlar ama, bulunamazlar.

Birkaç gün sonra kayıplar, bir akÅŸam karanlığında sessizce zuhûr ederler.

AkÅŸam manastırdaki rahib adayları, kayıp arkadaÅŸlarının dönmesindene dolayı memnun, ve de nerede olduklarının merakı içinde onları dinlerler..

Onlar da ÅŸehre gittiklerini ve ÅŸehrin ne korkunç günahlara batmış olduklarını en ince teferruatına kadar öyle bir anlatırlar ki..

Sabah olunca, bu firarî kafadarlar uyandıklarında, bir de bakarlar ki, manastırda kimse yok..

Çünkü, diÄŸer bütün rahib adayları da geceleyin, ÅŸehirde olanlar hakkında akÅŸam dinlediklerini bizzat görmek için iddiasıyla, ÅŸehre gitmek üzere yola koyulmuÅŸlardır.

*

Bu konuya bu kadarca deÄŸindikten sonra..

Sözkonusu E. Ç.’nin bazılarını kızdıran ve ona hakaret yazmalarına vesile olan yazısına da deÄŸinelim..

Ama, önce, o zatın başında bulunduÄŸu gazetenin 10 Kasım günü, tam bir fetiÅŸleÅŸtirme, putlaÅŸtırma ve bir kiÅŸiyi ilahlaÅŸtırma örneÄŸi satırların, birinci sahifeden, kocaman harflerle yayınlandığını ve ’Hâlâ seni arıyoruz.. Hâlâ sana yanıyoruz.. Ve çökmüÅŸüz dizüstü, Atatürk’üm, / Senden yardım diliyoruz..’ gibi ilkellikler sergilediÄŸini hatırlayalım.

Ama, bunu yaptılarsa kendi komikliklerini, çaresizliklerini, ilkelliklerini sergilediler.. O gibilere hakaret etmekle nereye varılacaktır. Hakaret, bir kimseyi alçaltmak için söylenen sözdür veya yapılan harekettir. O kiÅŸi ise, zâten kendisini alçaltmıştır, hakaret etmeye daha ne gerek var. O gibilere acımak gerekir.

Sözkonusu kiÅŸi, kendi yazısında ise, Osmanlı’nın çokça gündeme getirilmesinden o kadar rahatsız olmuÅŸ ki, Osmanlı’nın yanlışlarını sayıp dökmek gereÄŸini duymuÅŸ ve buna bir örnek olarak M. Kemal’in, Ä°smet PaÅŸya’ya yazdığını bir mektubu aktarmış..

O mektubunda, M. Kemal, muhatabına, ülkenin içinde bulunduÄŸu durumu anlatıyormuÅŸ.

O yazılanların çoÄŸu doÄŸru da olabilir.

Çünkü, 1923’lerde içinde bulunulan korkunç yoksulluk, fakirlik, gerilik ve çaresizliÄŸin anlatıldığı o sahneleri, bu satırların sahibi, çocukluk yıllarında 1950’lerde bile yaÅŸamıştı.

Ve hattâ ülkenin en geri kalmış bölgelerinde deÄŸil, ekonomik açıdan orta durumda sayılabilecek illerinde, 1970’lerde bile, ne korkunç sahnelerin olduÄŸunu bizzat görmüÅŸtür.

*

Ama, sözkonusu E. Ç., 1923’lerde, son 50 yılını da arka arkaya büyük savaÅŸlarla ve ağır yenilgilerle kapatmış bir Osmanlı’dan Anadolu’da kalan enkaz yığınları arasında yaÅŸananları elem duymak için anlatmıyor, ’resmî ideoloji ikonu’ haline getirdikleri bir siyasî figürü, yeni nesillere daha bir  putlaÅŸtırmak, daha da parlatıp fetiÅŸleÅŸtirerek sunmak istiyor..

Halbuki, o yazıda dile getirilen yoksulluklar fetiÅŸleÅŸtirilmek istenen kiÅŸinin zamanında da Ama, o, Dolmabahçe’lerde, köÅŸklerde, rengarenk sofralarda, Fikret’in ’Hân-ı YaÄŸma’ (yaÄŸma sofrası’ ÅŸiirinde dile getirdiÄŸi üzere, aksırıncaya-tıksırıncaya, patlayıncaya, çatlayıncaya kadar yiyen-içen kadroları etrafına toplamış, ülkeyi kalkındırma toplantıları icra ediyordu..

Ve kemalist-laiklerin 90 yıllık bütün gizli-açık tahakkümleri de hep bu ÅŸekilde geçti ve gezmekte..

Sanılmasın ki, millet görmüyor..

Millet bu durumu görüyor ki, kendi hayatından, deretlerinden, ııızdırablarından, duygu ve düÅŸünce ve inanç çizgilerinden uzak düÅŸmemek dikkatini gözetleyen bir lideri yüzde 50’lerle baÅŸtâcı etmeye devam ediyor.

*

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.